Ana içeriğe atla

André Gide / Pastoral Olmayan-Gerçeğin Rengi Gridir”



Gide'nin Pastoral Senfonisi önemli incil alıntılarıyla donatılmış ve eserdeki karakterlerin ilişkisi ile sıkı biçimde örülmüştür. Özellikle Incil'de geçen  'Kayıp Koyun' benzetmesi Papaz karakterinin Kör bir kız olan Gertrude ile ilişkisinde sıkı biçimde iliskilenir. Peki nedir bu Kayıp Koyun meselesi; 
 "Bunun üzerine İsa onlara şu benzetmeyi anlattı: “Sizlerden birinin yüz koyunu olsa ve bunlardan bir tanesini kaybetse, doksan dokuzu bozkırda bırakarak kaybolanı bulana dek onun ardına düşmez mi? Onu bulunca da sevinç içinde omuzlarına alır, evine döner; arkadaşlarını, komşularını çağırıp onlara, ‘Benimle birlikte sevinin, kaybolan koyunumu buldum!’ der. Size şunu söyleyeyim, aynı şekilde gökte, tövbe eden tek bir günahkâr için, tövbeyi gereksinmeyen doksan dokuz doğru kişi için duyulandan daha büyük sevinç duyulacaktır.” Bu kısa pasajda anlatıldığı kadarıyla Gertrude ve Papaz ilişkisinin asıl serimlendigi ve dinsel inanışın kayıp olana yöneldiği mesaj içeriklidir. Bir bildirim olan yasa, Papaz karakterinde Kör ve günahsız bir kadını kurtarıp asıl sevinci paylaşmakla ilişkilendirilmiş. Yukarda Gide'nin, gerçeğin rengi gridir sözü ise, Kayıp Koyunun gerçek karşılığının bunun tam tersi olduğuna yöneliktir. Tıpkı Kieslowsky'nin Tevratın on emirini çağdaş dünyaya uyarlamaya çalışıp on emirin de geçersiz olduğunu gösterdiği gibi; Gide'nin Kayıp Koyun meseli de burada olumsuzlanmaktadir. Basta dinsel bir bildirim ile yapılan eylem sonrasında karmaşık bir yapıya bürünür. Isin içine-ilahi olan bildirime - gerçeğin gri rengi katılmıştır. 

 Papaz karakteri, dinsel saf bir yaratımın şahsında içsel olan güzel ruhu kavramak ister gibi Gertrude karakterine misyonu üzerinden yaklaşır. Ne var ki bu misyoner tavır hiç de arzudan ırak değildir. Aksine arzu ile donanmıştır. Dinsel olanın bir arzuyu dile getirmesi gibi, dünyevi olan da bu arzunun görünür kılınıp sonucunda aşkın doğmasıdır. Papaz karakteri de böylesi bir aşkın gri kollarına kendisini bırakır. Gertrude için, Kör olan gunahsızdır ( Isa her yerde) gönderimi, Gertrude'nin saf sevinci ile donatılmıştır. Ve papaz ilahi aşkın ellerine kendisini bıraktığı an gerçeğin sarp yollarına sapmıştır. Sapma kavramı burada sapkın olan ile karıştırılmamalıdır. Nihayetinde Papaz bir katolik ise bile, aşk duyması onu sapkın kılmaz. Sapkın olarak addedilmesi gerçeğe gözlerini açması ile açıklanabilir. Hristiyan din adamları da gerçeğe dönen için heretik( sapkın) kavramını kullanırlar. Bu çokça önemli bir noktadır. 

Gertrude, kitabın ortalarında şunu söyler: " Gözleri olanlar bakmayı bilmeyenlerdir." Bu tam da bize içsel güzellik, içsel saflığı verir. Çünkü maddi dünya ile ilişkili olsa da gözleri zenginliği görüp kendini onun kollarina kaptırmadan manevi olan içsel huzuru bulan şüphesiz günahsız olarak addedilir  ve bu da Gertrude karakterinin neden kör olarak kurgulandigini bize gösterir. Tabi Andre Gide'nin bunalimli yıllarında kendisini eve kapatmasını bir kör gibi yaşamasını da bundan irak tutmamak gerekir. 

Papaz'ın, Kör olan Gertrude'ye dünyayı ve renkleri anlatmasının eksik kalmış yönü, Gertrude'nin gözünün açılmasıyla yenilgiye uğramıştır. Dinin düşsel istencinin açık biçimde olumsuzlandigini görmemiz açısından çok önemli bir noktadır. Gertrude, Papaza: Dünyanın sizin bana inandırmaya çalıştığınız gibi güzel bir yer olmadığından şüpheleniyorum." der. Bu da din adamının dünyayı algılama biçimiyle gerçeklik arasında ne büyük çelişkilerin olduğunu açık şekilde gösterir. Ne yazık ki günahsız olarak addedilen Gertrude - sanki insanın kendisi günah değilmiş gibi - gözleri açıldıktan sonra artık bir günahkâra dönüşür. Bu da bize gözün kendisinin, insanın en önemli duyusunun günah olarak görülmesinin özünü verir. Tabi ki burada kör olmadan önce de günahkar olabileceğime yönelik yargılar gelebilir, buna herhangi bir itiraz olmazdı. Ancak konumuz şuan bununla ilgili değildir. Öte taraftan önemli bir nokta da kitabın sonlarına doğru verilir. Orada şöyle bir şey geçer: " Saint Paul’den bir ayet hatırlıyorum, bütün bir gün boyunca kendi kendime tekrar edip durmuştum: 'Ben, kanunların olmadığı zamanlarda gerçekten yaşıyordum, ama ne zamanki gökten emirler geldi, günah tekrar canlandı ve işte şimdi ben öldüm.'” bu pasaj oldukça çarpıcıdır. Insanın yasa karşısında günahkar olarak addedilmesinin açık nedeni verilmiştir. Günah olarak kabul edilenin yasa ile ilişkili olduğunu görmek için bu pasajı birkaç kez derinlemesine incelemek yeterlidir. 

Sonuç olarak diyebileceğim çok şey olsa da, Gide'nin çatışmalı yaşantısının eserlerinde bu derece içten yer alması eseri oldukça gerçek kılmıştır. Ilahi olan ile gerçeklik karşıtlığı Gide'nin eserlerinde daha berrak görülme şansını yakalayabilmistir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alice Eserine Felsefi Yaklaşım

Alice Harikalar Diyarı eseri, yazarın metamatikçi ilgisinin yanında aynı zamanda  düşünür rolünü felsefi problemlere indirebilen bir eserdir. Kitapta inceleme konusu edilen metaforlar, alegoriler bir tür masal dünyasına ya da masal dünyasının ötesinde bir tür absürdizm dünyasına geçiş yapar.  Beyaz tavşanı izleyen Alice'nin ilk adımı fenomenoloji dünyasından başka dünyaya gelişi imler. Görünen ile gerçeklik arasındaki düalist ayrım bu eserde muntazam şekilde işlenmiştir. İçinde olduğumuz fenomenler dünyasının ötesinde idealar veya hakikat ya da absurdizm dünyasında: temsiller ve nesneler bir tür ters yüz olma evrenini imler. O dünyada nesnelerin ve zamanın yapısı bambaşkadır. Ayrıca Alice'e her şeyin ters yüz görünmesi, zamanın göreliliği, nesnelerin insan fizyolojisi üzerindeki etkisi bambaşka biçimlere bürünür. Öte yandan Alice'nin kendisinin kim olduğu ile ilgili çatışması da terennüm edilir.  Tıpkı Herakleitos'un, Bir ırmakta iki kez yıkanılmaz, demesi gibi ya da

Bir Evlilikten Manzaralar Filmi Üzerine - Bergman

Üç ayda yazdım dört ayda çektim ama bütün bir ömrün deneyimini kullandım ( Bergman)  Bergman'ın yukarıda alıntıladığım cümlesini filme giriş yapmadan önce alıntılamanın önemi üzerinde durduktan sonra filme geçiş yapabilirim. Üç ayda yazılan, dört ayda çekilen ve tüm bir ömrün deneyimini kullandım dediği Bir Evlilikten Manzaralar filmi, evrensel bir önem taşıyan 'Aşk ve Insan Iliskilerinin' neredeyse özünü teşkil eden bir film olmuş desem abartmış sayılmam. Ilk olarak Bergman'ın yaşamsal  deneyimi yalnızca Bergman ile  sınırlı kalmamış aynı zamanda elinde bir sanat eseri görevi gören film, insanlığa da mal olmuştur. Tıpkı bir sanat eseri ile onun yaratıcısının bir zaman sonra birbirinden farklılaşması gibi. Bu neden dolayısıyla Bergman için yaşam deneyimi olan, Foucault'nun "öznel deneyimler sahası " dediği sahayı oluşturmak ve ortak bir miras oluşturmak için bu türden sanatsal yapıtlara ihtiyaç vardır. Insanlar kendi yaşamsal deneyimlerini ortak bir alan