Ana içeriğe atla

Platon - Lakhes

Lakhes diyalogu, Platon’un erken dönem socratik eserlerinden biridir. Bu eserin kapsamı diğer diyaloglar ile ilintili ise bile bir konuda kendine özgü bir tarafı barındırmaktadır. Eserde Socrates ellili yaşlarındadır ve Lysimakhos, Melesias, Nikias ve Lahkes ile Lysimakhos ve Melesias’ın oğulları yer almaktadır. Konu gençlere verilecek eğitimin ne türden içerikler, yetkinlikler barındırması etrafında dönmektedir. Lysimakhos’un oğlu Aristides ve Melesias’ın oğlu Thukydides canlı örnekler olarak yaşlıların önlerinde durmaktadırlar. İşin can alıcı noktalarından biri, Lysimakhos’un oğlu Aristides’in büyükbabasının adını ve Thukdides’in de dedesinin ismini almasıdır. Gelenekselliğin isimlerde bile taşınır bir örnek olarak okuyucunun karşısında olması, tartışılacak konunun kuyruğunun gösterilmesidir. Gençlerin eğitimini üstlenecek olan yetkin bir öğretmenin babadan oğula geçecek olan geleneği de – tutuculuğu – taşıması gerektiği açıkça görülür. Lakhes ve Nikias’ın babalarını kınamalarının nedeni de babalarının onları dilediği gibi serbest bıraktıklarından dolayıdır. Nikias ve Lakhes, bir otoritenin gerekliliğini böylece kendi şahıslarında göstermeye çalışmaktadırlar. Bunun göstergesel anlamı da Aristides ile Thukdides’in taşıdıkları adlara layık olmaları gerektiğinin belirtilmesidir. 

Socrates’in gençlerin eğitimine dair konuya dair olması Lakhes’in Lysimakhos’a göre, Socrates’in bu konularda yetkin birer örnek olduğudur. Lysimakhos ise Socrates’i doğru bir örnek olarak bulması ise, Socrates’in babasının – Sophroniskos- arasında hiçbir olumsuz münasebetin olmadığına dayandırır. Burada da ilginç bir ayrıntı gözümüze çarpar. Neden Lysimakhos, olumsuz bir münasebetin olmamasını herhangi bir tartışmanın olmamasını olumlu bulmaktadır? Çünkü yaşlılar için tartışmak bir tür olumsuzluğu ifade eder. Bu yüzden de Socrates’i tanımayan onun babasının geleneğiyle güvenli bulur. Lahkes de Socrates’i doğru kişi olarak görmeyi yalnızca babasının iyi bir dost olmasını değil, yurdunu da onurlandırdığını görmekle bu isteği sağlamlaştırır. Tam da yaşlıların tutucu niteliğinin açık seçik olarak serimlenme örneği ile karşı karşıya gelmekteyizdir. Lysimakhos, son olarak tartışmaya geçilmeden önce gençlerin silahlı eğitim görmesinin doğru olup olmadığını Socrates’e sorar. Socrates ise buna olumlu yanıt vermekle beraber öncelikle karşı tarafı dinleme taraftarı olduğunu gösterir. Onun doğurtma yönteminin de nirengi noktasıdır bu. Öncelikle kimin savunduğu konuya ne kadar hakim olduğunu dinlemeye çalışır. Sözü ilk olarak yaşlı Nikias alıp tezini açıklamaya çalışır. Ona göre, silah kullanmada yetkin olan bir adam teke tek çarpışırken rakibinden, hatta birçok rakibinden korkmaz; bilgisi ona hep üstünlük sağlar. Burada Nikias, cesaretli olmayı korkmamayı, bilgiye sahipliği bir yetke olma biçimi olarak savunur. Bu bilgiye sahip olmayı da bir saygı ve güzel olanla bağdaştırır. Lakhes’de silah kullanmanın faydalı bir bilim olup olmadığını tartışarak katkıda bulunmaya çalışır. Yine de aralarında farklar vardır. Lysimakhos ise, bu iki farklı görüşü uzlaştırmak için Socrates’in oyunu hangi yönde kullanacağına göre bir karar vermesi gerektiğini söyler. Socrates ise çoğunluğun fikirlerinin doğru kabul etmeyi tehlikeli bulur ve rasyonel mantığı izleyerek örnekler sunar. Ona göre de her şeyin iyi ya da kötü olmasını eğitim belirleyecektir. Öte taraftan eğitim görenlerin bu eğitimi sofistlerden mi aldıkları ya da kendi kendilerine mi öğrendiklerini sorar. Socrates ise kimseden eğitim görmemiştir. Otodidaktik bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Nikias ise Socrates’in söylemlerini iyice tartmadan önce çok önemli bir noktayı vurgular. Nikias, amacının söylevcisinin kullandığı ağdalı retorik değil, söylevcinin düşüncesi ile eylemlerinin birbirine uygun olması gerektiğini ve bu uyumun önemli olduğunu ifade eder. Socrates ise kendisini savaşta da kanıtlamıştır ve bu da söylevlerinin ciddiye alınmasını olanaklı kılmaktadır. Socrates, onay aldıktan sonra söylevinin asıl ana noktasını oluşturan güçlü bir noktayı ifade ederek devam eder. Gençlerin eğitim görürken iyi ve kötüyü bilmelerini oluşturacak sey nedir diye sorar. Bunun erdemden başka bir şey olmadığı ortaya çıkar. Erdemi öğretmemiz için de erdemin ne olduğuyla ilgili bilgi sahibi olmamız gerekir. Sonuç olarak erdemin ne olduğunu bulmamız gerekir der. Ancak erdemin bir bölümünü ele almayı doğru bulur Socrates, çünkü erdemin kapsamı epeyce geniştir. Tartışma boyutu böylelikle inceden inceye kapsamını genişletir. Erdemin geniş kapsamlılığını ele alamayacağımıza göre, o halde erdemin hangi yönünü öncelikle ele almalıyız diye sorar? Tabi ki silah kullanmayla ilgili olan yönünü ele almalıyız; bu da genel inanca göre Cesaretten başka bir şey değildir. O vakit cesaret nedir? Nihayet diyalogun en önemli bölümüne geçiş yapılır. Cesareti tanımlamadan ne erdemi ne de bütün olarak – silah ile ilgili yönünü – gençleri eğitebiliriz. 

Lahkes, Socrates’in cesaret sorusuna, bir adamın savaş alanında yerinde kıpırdamamasını örnek verir. Socrates ise ona, hücum ederek – söz gelişi kaçarak – savaşan İskitler örneğini verir. Demek ki cesaret yalnızca yerinden kıpırmamakla sınırlı değildir. Bu olsa olsa cesaretin küçük bir noktasını oluşturur. Gerçeği bilebilmemiz içinse şeyin tamamını tanımlamakla mümkün olur. Ve böylece Socrates, cesaretin tutku ile olan bölümünü, zevklerle ilgili olan kısımları da işin içine dahil edip cesaretin kapsamını genişletir. Socrates’in burada yapmak istediği şey ise, her durumda aynı olan bir cesaret tanımının olup olmadığını saptamak ve aradıkları şeyi elde edebilmek. Sözgelimi Socrates’ten bir örnek istense ve her durumda aynı olanın ne olabileceği sorulsa Socrates buna hız örneğini verir. Bence der, hız seste, yarışta ve öbürlerinin tümünde kısa zamanda çok şey gerçekleştirmek yeteneğidir diye açıklar. Cesaret örneğine katkı yapmaya çalışan Lakhes, ruh dayanıklılığı örneğini verirken Socrates bunu da yetersiz bulur. Çünkü bunun da akılla donanması gerekir. Cesaret akıllıca dayanıklılık olsa bu sefer hangi durumlarda dayanıklılığın akıllıca olduğunu bilmemiz gerekir. Cesaretin akıllıca olan yönü ise güzel, atikliğin akılsızca olması da çirkindir. Böylelikle cesaretin ne olduğu konusunun daha da genişletilip sınıflandırmayla doğrulanabileceği üzerinde sorgular devam edilir. Akılsızca olan dayanıklılığın cesaret olarak addedilmesi çirkini cesaret olarak almamıza sebebiyet veriyorsa, o halde sözlerimiz ve davranışlarımız arasında çelişkiler doğar. Çünkü dayanıklılığı cesaret ile aynı şey olarak alırsak düşeceğimiz akılsızca hatalar bizim söylemlerimizle pratiğimiz arasında çelişki doğurur. Bunun için bir ayrımın konulması şarttır. Cesaretin dayanıklılıkla bazen tanımlanabileceği kabul edilmelidir. Aksi takdirde cesaret ve dayanıklılık ile kurulan özdeşlik mantığı bizi korkunç sonuçlara götürebilir. Bu yüzden Socrates ve Lakhes’in düştüğü umutsuzluğu Socrates sürdürmeye çalışır. Burada dikkat çekici nokta ise, Nikias’in teori- pratik ( söz ve eylem ) birliğinin açıktan kanıtıdır. Socrates, umutsuzluk içinde umudu bulmuş gibidir. Bu da açık seçik bir cesaret örneğidir. Yılmadan araştırmaya devam etmek başka türlü tanımlanamazdı. Örnek vermek gerekirse, eylemde bulunup yarı yolda bu amacından vazgeçen yılgın birine cesaretli diyemeyiz. Aslında burada gerçekleşen şey, cesareti bütünsel olarak tanımlayamasak da, söz ve eylem birliğini devam ettirmek zorunluluğunun duyumsanmasıdır. Böylelikle araştırmaya devam edilip, suskun kalan Nikias, ava dahil edilmeye çalışılır. Filozoftan kaçış mümkün değildir. Socrates araştırmaya katılmışsa muhakkak oradaki hiç kimsenin saklanmasına imkan yoktur. 

Nikias, tartışmayı alevlendirmek için iyi ancak yetersiz bir katkı sunar. Cesaretin bir çeşit bilgi olduğunu ifade eder ve böylelikle tartışma kaldığı yerden devam eder. Ancak Socrates, Nikias’ın cesaretin korkulması ve korkulmaması gereken şeyin bilgisi olarak görmesinde sofizm bulur. Ve bunun da cesaretin küçük bir parçası olduğunu ve asıl amaçlarının erdemi bulmak iken cesaretin bunun küçük bir parçasını teşkil ettiğini ifade edip, cesareti arama konusundaki arayışlarının başarısız olduğunu ifade eder. Yani, biz cesareti bulamadık der. 

Socrates’in Nikias, Lakhes ve Lysimakhos ile olan tartışmaya nokta koyarken, trajik bir son ile tartışma sonlanırken çok önemli bir noktaya dikkat çeker. Bizim de eğitilmemiz gerekir der. Eğitimcinin de eğitilmesini akıllara getirir bu sorunsal. Çünkü eğitimciler kendi aralarında bütünlüklü bir sonuca ulaşamamıştır ve şeylerin küçük noktalarını tespit etmekle sınırlı kalmışlardır. O halde onların da eğitilmesi gerekir ! Konuyu Marx’a ve Rancierre’ye bağlayarak bu konuyu noktalamam gerekirse; eğitimci de eğitilmelidir. Çünkü şeylerin tanımlanmasında bile bu kadar güçlük çekiliyorsa- yetkin olanlar için – bir şeyi öğretmek kimin haddinedir? Özne olanın- öğretmenin- öğrenciyi nesne konumuna düşürmesi bu neden dolayısıyla çelişki barındırır. Şeylere hakim olanabilinseydi şeyler öğretilebilirdi. Bilgiye, hakikate sahip olabilseydik hakikati aktarabilirdik. Ne var ki bize asıl doğruyu veren bir yetkinlikten yoksun iken bilmeyen birine bilen olarak eğitim vermek olanaksızdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

André Gide / Pastoral Olmayan-Gerçeğin Rengi Gridir”

Gide'nin Pastoral Senfonisi önemli incil alıntılarıyla donatılmış ve eserdeki karakterlerin ilişkisi ile sıkı biçimde örülmüştür. Özellikle Incil'de geçen  'Kayıp Koyun' benzetmesi Papaz karakterinin Kör bir kız olan Gertrude ile ilişkisinde sıkı biçimde iliskilenir. Peki nedir bu Kayıp Koyun meselesi;   "Bunun üzerine İsa onlara şu benzetmeyi anlattı: “Sizlerden birinin yüz koyunu olsa ve bunlardan bir tanesini kaybetse, doksan dokuzu bozkırda bırakarak kaybolanı bulana dek onun ardına düşmez mi? Onu bulunca da sevinç içinde omuzlarına alır, evine döner; arkadaşlarını, komşularını çağırıp onlara, ‘Benimle birlikte sevinin, kaybolan koyunumu buldum!’ der. Size şunu söyleyeyim, aynı şekilde gökte, tövbe eden tek bir günahkâr için, tövbeyi gereksinmeyen doksan dokuz doğru kişi için duyulandan daha büyük sevinç duyulacaktır.” Bu kısa pasajda anlatıldığı kadarıyla Gertrude ve Papaz ilişkisinin asıl serimlendigi ve dinsel inanışın kayıp olana yöneldiği mesaj içerik

Alice Eserine Felsefi Yaklaşım

Alice Harikalar Diyarı eseri, yazarın metamatikçi ilgisinin yanında aynı zamanda  düşünür rolünü felsefi problemlere indirebilen bir eserdir. Kitapta inceleme konusu edilen metaforlar, alegoriler bir tür masal dünyasına ya da masal dünyasının ötesinde bir tür absürdizm dünyasına geçiş yapar.  Beyaz tavşanı izleyen Alice'nin ilk adımı fenomenoloji dünyasından başka dünyaya gelişi imler. Görünen ile gerçeklik arasındaki düalist ayrım bu eserde muntazam şekilde işlenmiştir. İçinde olduğumuz fenomenler dünyasının ötesinde idealar veya hakikat ya da absurdizm dünyasında: temsiller ve nesneler bir tür ters yüz olma evrenini imler. O dünyada nesnelerin ve zamanın yapısı bambaşkadır. Ayrıca Alice'e her şeyin ters yüz görünmesi, zamanın göreliliği, nesnelerin insan fizyolojisi üzerindeki etkisi bambaşka biçimlere bürünür. Öte yandan Alice'nin kendisinin kim olduğu ile ilgili çatışması da terennüm edilir.  Tıpkı Herakleitos'un, Bir ırmakta iki kez yıkanılmaz, demesi gibi ya da

Bir Evlilikten Manzaralar Filmi Üzerine - Bergman

Üç ayda yazdım dört ayda çektim ama bütün bir ömrün deneyimini kullandım ( Bergman)  Bergman'ın yukarıda alıntıladığım cümlesini filme giriş yapmadan önce alıntılamanın önemi üzerinde durduktan sonra filme geçiş yapabilirim. Üç ayda yazılan, dört ayda çekilen ve tüm bir ömrün deneyimini kullandım dediği Bir Evlilikten Manzaralar filmi, evrensel bir önem taşıyan 'Aşk ve Insan Iliskilerinin' neredeyse özünü teşkil eden bir film olmuş desem abartmış sayılmam. Ilk olarak Bergman'ın yaşamsal  deneyimi yalnızca Bergman ile  sınırlı kalmamış aynı zamanda elinde bir sanat eseri görevi gören film, insanlığa da mal olmuştur. Tıpkı bir sanat eseri ile onun yaratıcısının bir zaman sonra birbirinden farklılaşması gibi. Bu neden dolayısıyla Bergman için yaşam deneyimi olan, Foucault'nun "öznel deneyimler sahası " dediği sahayı oluşturmak ve ortak bir miras oluşturmak için bu türden sanatsal yapıtlara ihtiyaç vardır. Insanlar kendi yaşamsal deneyimlerini ortak bir alan